Afrika'dan Bir Başarı Öyküsü
Daron Acemoğlu'nun (tabii çalışma arkadaşları James Robinson ve Simon Johnson ile birlikte) Nobel Ekonomi Ödülü'yle onurlandırılması şerefine, ekonomi tarihi türünün başyapıtlarından sayılabilecek en popüler kitapları Ulusların Düşüşü'nden (Why Nations Fail) anlatmayı çok sevdiğim bir konuya değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Acemoğlu ve Robinson'ın tüm çalışmaları, tarih boyunca neden bazı toplumların zengileşip bazılarının fakirleştiğini anlamaya yöneliktir. Bunun için onların argümanı, kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlar geliştiren toplumlarde halkın önemli bir kesiminin müreffeh yaşadığı, sömürücü siyasal ve ekonomik kurumlar geliştiren toplumlarda ise yalnızca belirli bir zümrenin zenginleştiği, geri kalan herkesin ise fakirleştiği üzerine kuruludur. Bunun şöyle bir döngü olduğundan bahsederler:
- Kapsayıcı siyasal kurumlar siyasal istikrarı destekler ve kapsayıcı ekonomik kurumların oluşmasını sağlar.
- Kapsayıcı ekonomik kurumlar ise kapsayıcı siyasal kurumların var olmaya devam etmesini sağlayacak imkânları sunar.
Yani bizlerin genellikle daha çok üzerinde durduğu anayasa (constitution) kavramının tek başına bir toplumu ileri götürmek için yeterli olmadığını, toplumların refah düzeyinin bu anayasa çerçevesinde çalışan kurumların (institutions - ve bunların kapsayıcı/inclusive olması esas) oluşması ile halkın genelinin katılımı sağlanarak arttırılabileceğini anlıyoruz. Şimdi bunu hakkıyla yapan, pek tanımadığımız bir ülkeye, Botsvana'ya gidelim mi?
Botsvana neresi ola ki?
Botsvana, dünya haritasında Afrika'nın güney kesiminde, Güney Afrika'nın kuzeyinde, Zimbabve ve Zambiya'nın güneyinde, Namibya'nın ise doğusunda yer alan, 2.5 milyon nüfuslu, 1966'da bağımsızlığını kazanmış genç bir ülke. Afrika'nın çoğunda olduğu gibi kabilelerin hüküm sürdüğü feodal düzeni olan bir diyar olarak ilk defa 19. yüzyılda dünyanın geneli tarafından bilinir oluyor ve 1890'lara geldiğimizde sömürge yarışı yapan Avrupalı devletlerin hepsiyle komşu duruma geliyor. Namibya'da Alman etkisi ve Güney Afrika'da İngiltere ile çekişen Boer'ler (Hollanda kökenli Afrikalılar) vardı. Kuzeyde ise British South Africa Company şirketinin ordusuyla işgal ettiği (Evet uzun yıllar boyunca şirketlerin orduları vardı. Erken dönemde Venedik ve Cenova şirketleri dışında, en popülerlerinden biri 17. yüzyılın başında Endonezya'yı sömürgeleştiren Hollanda şirketi Dutch East India Company'dir.) ve sahibi Cecil Rhodes'un adını verdiği Rodezya (1970'lere kadar Zimbabve ve Zambiya'nın bulunduğu topraklar Rhodesia adıyla anılacaktı). Rhodes hızla Botsvana'yı da almak için ilerlerken kimsenin beklemediği bir şey oldu ve 1895 yılında İngiltere'nin Plymouth limanına yanaşan bir transatlantikten Botsvana topraklarından gelen üç kabile şefi indi. İstikametleri Londra'ydı.
Avrupalıların pek alışık olmadığı bir diplomatik süreç içinde bu üç şef (ki aralarından en meşhurları Ngwato kabilesinden Khama III'nın torunu daha sonra Botsvana'nın ilk bağımsız seçimlerinde devlet başkanı seçilecekti) özellikle Boer ve Rhodes tehlikesine karşı İngiltere hükümetinden destek istediler. Hatta bütün adayı dolaşıp halka konuşmalar yaparak kamuoyu yaratmayı da başardılar. Sonuçta ülkelerinden geçecek bir demiryolu hattının yapımı karşılığında Britanya protektorası ilan edildiler. O dönem Afrika'nın neredeyse tamamı sömürgeleştiği için bu özel protektora (himaye) statüsü onları hem işgalden koruyor, hem de İngilizlerin doğrudan yönetimini engelliyordu (Bunu Sivas Kongresi'nde yapılan ABD mandasına girme tartışmasıyla karşılaştırmamak lazım, zira Türkler bin yıldan fazla devlet geleneğine sahip ve dünyada asla bir başka ülkenin kolonisi olmamış nadir uluslardandır. Mustafa Kemal Atatürk'ü "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir!" sözüyle bir kez daha saygıyla analım).
Peki şefler bu süreçte işgal edilmemeyi ve doğrudan sömürgeleşmemeyi nasıl başardılar?
Cevap Tsvana kabilelerinin kendi içinde kapsayıcı kurumlar oluşturma geleneğinde yatıyor. Kabile şeflerinin kgotla denilen konseylerinin şefin mutlak otoritesine itiraz etme hakkı bulunuyor. Konsey meclisleri sıkça toplanıyor ve vergilendirme, kamu hizmetleri konuları ağırlıklı olmak üzere yönetim konuları konuşuluyor. Burada açık bir iletişim var ve insanlar açık yüreklilikle fikirlerini beyan ederek gerektiğinde şef ve danışmanları şiddetli bir biçimde eleştirebiliyorlar. Bir Tsvana atasözü şöyle diyor:
Kral halkın lütfuyla kraldır.
Aslında modern demokrasilerde aradığımız özellikleri kendi feodal düzenleri içinde göstermiş oluyorlar. Bu yüzden birçok kabile olmasına rağmen üç şefi aralarından temsilci seçip gönderebiliyorlar, yani şefler Londra'da tüm kabileleri temsil etme meşruiyetine sahip oluyor. 1950'lerde Londra'da hukuk eğitimi görmüş ve aynı zamanda Khama III'nın da torunu olan Seretse Khama'nın, yardımcısı ve kendisinden sonra başkan seçilecek olan Quett Masire ile beraber kurduğu Demokratik Botsvana Partisi'nin başı çekmesiyle bağımsızlık düşüncesi yayılmaya başlıyor ve 1966'da protektora statüsü bitip bağımsız cumhuriyet kuruluyor. İlk seçimde Seretse Khama başkan seçiliyor. Botsvana'nın hükümet sistemi yürütücü başkanlık denilen bir sistem ve haklar açısından bizde geçmişte olan başbakanlığı andırıyor, yani parlementer sistem var ve yürütücü olarak halk tarafından seçilen başkanın meclisin de güvenoyunu alması gerekiyor. Seçildiğinde, yıllık olarak kişi başına düşen milli gelirleri 70 $ (Yazıyla yetmiş dolar), sadece 12 km asfalt yolları var, üniversite mezunu 22, ortaokul mezunu ise 100 yurttaşları var. İngilizler demiryolu dışında ülkeye bir çivi bile çakmamışlar. Sonradan anlaşılan Botsvanalıların yabancıların ülkede maden aramasını engellemek için bu süreçte ellerinden gelen her şeyi yaptığı, çünkü maden bulunduğu anda ülkenin sömürgeleşeceğini biliyorlar. Khama'nın ve sonradan başkan olan Masire'nin ilk icraatleri şunlar oluyor:
- Kabile şeflerinin toprak tahsis etme hakkını devlete geçiren ve başkana, gerekli gördüğünde bir kabile şefini görevden alma hakkını veren yasalar çıkarmak. Bu şekilde merkezi devlet otoritesini sağlamlaştırmak.
- Tarım ve hayvancılıkla geçinen ülkede, en önemli ürün olan sığır eti üretimi için bir Et Komisyonu kurmak. Bu komisyon büyükbaş hayanları insanların elinden almak için değil, hayvan yetiştiriciliği yapanları desteklemek (çit inşası, hastalıklara karşı koruma, ihracatı teşvik etme).
- Milli dilleri Setsvana ve İngilizce'yi resmi dil ilan etmek, böylece ulus ve dil birliğini sağlamak.
- Komşu ülkelerle barış ve güvenlik anlaşmaları imzalayarak sınır güvenliğini sağlamak.
- Ulusal madencilik çalışması başlatmak ve toprak altından çıkan madenlerin kabileye değil tüm ülke halkına ait olduğunu ilan eden yasayı çıkarmak.
Birkaç yıl içinde ülkede elmas madeni bulunduğunda, yukarıdaki son maddenin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Maden yabancı devletlerin ve şirketlerin kontrolünde değil (yani Sierra Leone'deki gibi kanlı elmas durumu söz konusu olmuyor). Halkta paylaşma ve vatandaşlık bilinci var, hükümetin çıkan madenden elde edilen geliri kamu hizmetlerine kullanacağına yönelik güven var; dolayısıyla iç karışıklık ve darbe yaşamıyorlar. Temeli iyi atılan ülkede günümüze kadar başkanlar her seferinde seçimle gelmiş ve kapsayıcı kurumlar oluşturmak konusunda her gelen bir adım atmış. 1994'ten beri Yolsuzlukla Mücadele Kurumu isimli bir kurumları var (bizdeki MASAK'ın görev alanın giren ancak özelleşmiş bir kurum). Kamu İhale Kurumu var ve ihaleler asla bu kurum denetimi dışına çıkmıyor. Kamu görevlilerinin mal varlıklarını beyan etmesi zorunlu ve halk tarafından talep ediliyor. Bu kapsayıcı kurumlar aktif çalışınca tabii Transparency International'ın yolsuzluk algısı endeksinde 2023 itibariyle 39. sıradalar (pek çok Avrupa ülkesinden üstte. Karşılaştırma için biz 115. sıradayız. Merak edenler bu linke tıklayarak bakabilir). 2024 itibariyle enflasyonları %4, kişi başında düşen milli gelirleri ise 8 bin dolar sınırına gelmiş (58 yılda tam 114 kat artmış), şu anki büyüme projeksiyonu ile 2029 itibariyle 10 bin doları geçecekleri ön görülüyor. Artan akademik yayınları, şu an çok küçük olsa da artan teknoloji ihracatları da cabası. Sahraaltı Afrikası içinde en hızlı büyüyen bu ülke, Batı tipi bir demokrasiyle yönetiliyor ve gitgide zenginleşiyor. Neden bilmem, Marvel evrenindeki Black Panther'ın memleketi Wakanda'yı da bir kurgu ülke olmasına rağmen o kendine has gelişmişliği ile Botsvana'dan çok ilham almışa benzetiyorum.
Gelişmek için çabalayan bir ülkeyi tarihiyle beraber tanıdığımız bu yazının sonuna gelirken, sizce Daron Acemoğlu'nun kapsayıcı kurumlar teorisi doğru mu, ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.