Utku Cevre

Bir Acıya Kiracı

Şiddetli bir ağrı atağı geçirdiğinizi düşünün. Migren ağrısı, gut ağrısı, adet sancısı, aklınıza ne gelirse. İlaç içiyorsunuz geçmiyor, yatağa uzansanız uyutmuyor. Duvara acıdan bir yumruk atsanız, diye aklınızdan geçiyor, eliniz kırılır orası kesin, ama acaba ağrı geçer mi? Ne dersiniz, geçer mi?

Kanadalı psikoloji profesörü Ronald Melzack ve İngiliz nörobilimci Patrick Wall'un 1965'te Science dergisinde yayınladıkları bir makale üzerinden duyurdukları, ağrı ve acı mekanizmasına yeni bir bakış olan Kapı Kontrol Teorisi'ne göre, kısa cevap: Evet. Ancak gidip duvarları yumruklamadan önce gelin birlikte teorinin detaylarına bakalım. Orijinal makaleye de buradan ulaşabilirsiniz.

pain

Melzack ve Wall'un bulgularına göre, beyne acı bilgisini taşıyan iki tür lif bulunuyor. İlki ani ve şiddetli bir ağrıyı hızlıca omuriliğe, oradan da beyne ileten hızlı lifler. İkincisi de yoğun ve uzun süreli ağrıları daha uzun sürede beyne taşıyan yavaş lifler. Hızlı lifler, acıyı bir an önce beyne iletmek için omurilikte bu işle görevli nöronlarla iletişim kuruyor. Yavaş lifler ise ara nöron denilen hücrelerle iletişim kuruyor. Ve işte burada bir ipucu var, ara nöronlar uyarıldığı zaman omurilik hızlı liflerden gelen sinyalleri beyne iletmiyor. Yani teorik olarak, doğru lifleri meşgul ederseniz acıyı sonlandıramasanız da en azından rahatlatabilirsiniz. Buna bir örnek, sırta yapılan masaj. Sırt tutulması, kulunç veya damar damar üstüne binmesi gibi lokal tabirlerle açıklayabileceğimiz keskin bir ağrıya yol açar. Bunu tedavi etmek için eşimize dostumuza yaptırdığımız profesyonel olmayan masaj, esasında dolaşım hızlandırma gibi bariz faydalarının dışında, etimizin kuvvetlice sıkıştırılması ve derimize seri hareketlerle vurulmasından ibaret bir ritüeldir. Ama bir anda rahatlatır değil mi? Kalıcılığı tartışmalı olmakla birlikte, evet. Bir yerimizi çarptığımızda etrafını kuvvetlice ovalama refleksimiz de esasında buna dayanır. "Çivi çiviyi söker," denir ya bizde, işte o hesap. Kapı kontrol teorisi ismi, işte bu ara nöronların hızlı nöronlara kapıyı kapatması demek. Bilinçli olarak elektrik sinyalleri verilen TENS kısaltmalı bir tıbbi ağrı kesme metodu bile mevcut.

Şimdi buraya kadar eyvallah, ilk acıyı son acıyla baskılamanın yolunu bulduk. Peki acılar sıraya girerse ne yapıyoruz. O noktada Alman psikolog Hermann Ebbinghaus'un (kendisini "Öğrenme Eğrisi" kavramını bulan kişi olarak biliriz) ortaya attığı "Seri Konum Etkisi" devreye giriyor. Ebbinghaus, 1885 tarihinde hafıza üstüne yayınladığı kitabında, kendi üstünde yaptığı deneylerden paylaştığı gözlemler üzerine, bireylerin bir serideki ilk ve son elemanları daha net hatırladığını ve aradaki olayları o kadar da net hatırlayamadığını ortaya koymuştur. İlklik ve sonluk etkisi denilen iki alt kavramı, özellikle iknanın iş edinildiği siyaset veya lobicilik gibi sektörlerde çok kullanıldığı bilinir.

Memory1

Ebbinghaus hafızaya daha çok öğrenme bağlamında yaklaştığı için, acı hafızası konusuna da ben değineyim. İlk ve orijinal acılarımız dışında, her zaman hatırlayacağımız acı yalnızca en sonuncusu olacak. Bireysel açıdan iyi tarafı, zamanın her şeyin ilacı olduğu. Akira Kurosawa'nın serbest Kral Lear uyarlaması Ran filmindeki meşhur replik gibi (ben böyle çevirmek istedim):

İnsan ağlayarak doğar. Ancak yeterince ağlayana dek yaşar.

Yani hayat karşımıza sürekli yeni acılar çıkarmanın bir yolunu bulur demek istiyor. Daimi'nin dediği gibi, bu da gelir, bu da geçer, ağlama. Birey olarak burası böyle. Şimdi son olarak bir de toplumların gözünden bakalım mı? Çünkü orası işlerin karışmaya başladığı nokta.

Toplumların da acıları olur. Hem de keskin acıları olur. Belirli bir kesiminin bazen kuyruk acısı olur. Ancak toplumun büyük çoğunluğunun bir ortak paydada eridiği en büyük acılar, doğal afetlerdir. Bazı doğal afetleri ise pek de doğal karşılamamak gerekir. Toplumlar birçok başka görevinin yanında bir de doğal afetlere karşı bireyleri korusun, bireyi bireyin bencilliğinden korusun, bunlarla ilgili kuralları koysun ve uygulasın diye devletleri meydana getirir. Toplumsal sözleşme, devlet ile birey arasındadır. Birey bazen bu toplumsal sözleşmenin tarafı olduğunu unutur. Devlet, tam da Ebbinghaus'un Sonluk Etkisi'ne yakışır biçimde, bireyin yalnızca son acıyı hatırlayacağını bilir, toplumsal sözleşmesinin hakkını vermemek için işte bu hafıza oyununa güvenir. Bazen son da olsa öyle acılar olur ki, bireyin önceki acıları unutması önemsizleşir, son acıyı öyle derinden yaşar ki, bu acı toplumun acısı olur. O durumda da Melzack ve Wall'un Kapı Kontrol Etkisi'ne uygun biçimde, toplumun acısını toplumun beynine taşıyan hızlı nöronun önü, ara nöronların uyarılmasıyla kesilir. Keskin sırt ağrısını unutturan sert masaj gibi. Belki yazının başında örnek verdiğim insanın elini kıran yumruk gibi. Hem birey hem de toplum, güvenemeyeceği hafızasını nasıl kalıcılaştırır biliyor musunuz? Kültürle. Söz uçar yazı, resim, müzik kalır. İspanya İç Savaşı'nı hatırlamak için Guernica'ya bakmanız yeter. Bunun gibi.

Hafıza gariptir işte, çağrışım yaptırma gibi bir huyu vardır. Bana da Metin Altıok'un Kiracıyım Bir Acıya'sını çağrıştırdı.

... / Ben ki kiracıyım bir acıya. / Sen imzalarsın sabah akşam / Defterini bensizliğin, / Bense kanla öderim / Kirasını kaldığım evin. / Bir takvimi tersten açardık, / Eğer isteseydin. / ...

Sevgiyle kalın.

#kişisel_gelişim