İçimizdeki Şiir
Kült yönetmen Jim Jarmush'un 2016 tarihli bir filmi var: Paterson. Başrolünde Adam Driver'ın oynadığı Paterson, şiir üzerine bir film. İsmi de Amerikalı şair William Carlos Williams'ın, doğup büyüdüğü şehir olan Paterson, New Jersey'e ithaf edilmiş. Williams, James Joyce'un Ulysses'ini okuduktan sonra ünlü yazarın Dublin için edebi olarak yaptıklarının aynısını kendi memleketi için yapmak istemiş ve Paterson isimli beş ciltlik bir destansı şiir yazmış. Filmimiz, otobüs şoförü bir şair hakkında. Sabah işe gitmeden önce ve öğle aralarında şiir yazan kahramanımızın, hayatın garip bir cilvesiyle ismi de Paterson.
Patersonlı Paterson'ı ilk duyduğunda insanın aklına tabii 1986 tarihli bir başka film, Ümit Ünal'ın senarist, Kartal Tibet'in yönetmen koltuğunda oturduğu ve başrolünü Şener Şen'in oynadığı Milyarder geliyor. Filmde Mesudiye kasabasında istasyon şefliği yapan Mesut'un, piyangoda büyük ikramiye kazandığını öğrendikten sonra değişen çevresi ve alt üst olan dünyası anlatılıyordu. Filmin sonlarına doğru Mesut'un şahane bir tiradı var. Sahne de çok iyidir ama şu pasaj zirvesi oluyor, aşağıda paylaşıyorum.
Ne Milyarmış Ama Şu Milyar?
Mesudiyeli Mesut, ne kadar küçük bir dünyan varmış! Gerçek sandığın hiçbir şey gerçek değilmiş!
Mesudiyeli Mesut, adı üstünde mutlu insanların yaşadığı kasabasını hiç tanıyamadığını anlıyor ve her şeyi ardında bırakıp kasabadan ilk giden trene binmeye karar veriyor. Sonunda yanında parası uğruna kalmamış olan tek tanıdığı, Münir Özkul'un oynadığı emekli piyangocu, yani aslında bir yabancı ona soruyor.
Peki, kendinden kaçabilecek misin?
Yani diyor ki, sen yalnız Mesut değilsin, Mesudiye'sin aynı zamanda. Şimdi tekrar bir başka taşıt yönlendiriciye, yani otobüs şoförü şair Paterson'a dönelim mi?
Şiir Soluyorum!
Hayatı boyunca şiir okuyan, şiir yazan Paterson, hayatının anlamının peşinden koşmuyor. Sorulunca şair olduğunu söylemiyor. Şiirlerini yazdığı defterin bir kopyasını bile çıkarmıyor. Çok yetenekli olmasına rağmen adeta bir başkasının hayatını yaşıyor. Filmin düğüm noktasında da, aynı evi paylaştığı kız arkadaşının köpeği tarafından defterinin parçalandığını öğreniyor. Sonra ne mi yapıyor? Hiçbir şey. Boşlukta sallanırken karşısına bir yabancı çıkıyor. Japon bir şair.
Konuşmalarında, şiir sevip sevmediği ile ilgili soruya "Şiir soluyorum!" yanıtını veren bu yabancı, kendi şiirlerini yazdığı defteri gösterirken, şiirlerinin başka dile çevirisi olmadığını söylüyor, çünkü kendi ifadesiyle:
Çeviri şiir, yağmurluk giyerek duş almaya benzer.
(Buraya bir parantez koyalım. Edebiyatın bu en kısa ve en özgün, hayatı tasvir etmekte en mahir türü, gerçekten de çevrilemez. Ancak yeniden söylenebilir. İşin güzel yanı, yeniden söylenirken bazen Zümrüdüanka gibi görkemli bir biçimde küllerinden doğmasıdır. Örnek, her ikisi de birbirinden güzel iki yeni şiir olan, Can Yücel ve Talât Halman'ın Shakespeare'in 66. Sone'sini yeniden söylemeleri. Bunların hangisi çeviridir? Cevap, hiçbiri. Ve şiirleri yeniden söylemek zevkli, heyecanlı, cesaret isteyen bir iş burası kesin. Parantezi kapatalım.)
Bu yabancı şair, Paterson'a boş bir defter armağan eder. Çünkü, der ki:
Bazen boş bir sayfa en fazla olasılığı sunar.
Patersonlı Paterson da tıpkı Mesudiyeli Mesut gibi ihanete uğramıştır. Evet, belki yalnızca oyunbaz bir köpek tarafından. Ancak asıl kendi kendini sabote etmiştir bunca zaman. Bu kent ve şair bir bütündür, kopamaz. Paterson, Paterson'ı içinden çıkarırsa geriye ne kalır? Kendi içsel dilinden söylemezse dünyaya ne anlatabilir? Paterson'ın yırtılan defteri bir anlamda Mesut'un filmin en sonunda yırttığı biletidir. Paterson'ın boş sayfaları Mesut'un oturduğu boş vagondur. Zaten doldurduğumuz her boş sayfa, önceden doldurduğumuz sayfaların yeniden söylenişi değil midir?
Sevgiyle kalın.