Utku Cevre

Joker: Folie à Deux

Sezen Aksu'nun 2005 tarihli Bahane isimli albümü, Perişanım Şimdi, Eskidendi Çok Eskiden ve Fatih Akın'ın çektiği klibiyle gündeme gelen Yanmışım Sönmüşüm Ben gibi hitlerin yanı sıra bir de İkili Delilik isimli parçayla anılır. Sözleri şununla başlıyor:

Artık hayatımdan çıksan diyorum / Bu ikili delilik sona erse / İkimiz için de hayırlısını diliyorum

sezenaksu

Bahane albümü Sezen'in herhalde son yirmi yılda çıkardığı albümlerden içinde en çok akılda kalan şarkı barındıranı desek doğru olacak. Tabii 80'ler ve 90'lar boyunca, tüm şarkıları dillere yapışmış, giriş müziğini duysak sözlerini hafızamızdan tamamlayabileceğimiz albümleri yapmış, yani zirve performansını o zamanlar tatmış bir hikâyenin, sonraki işlerde aynı başarıyı yakalamasını beklemek iyimserlik olur. İşte Joker: Folie à Deux ya da ülkemizde gösterime girdiği ismiyle Joker: İkili Delilik, yapımcısı, yönetmeni, başrolüyle bu iyimserlikten muzdarip bir yapım. Ancak filmin atmosferi o kadar kötümser ki, bu kombine iyimserlik bile dipten çıkaramıyor.

Folie à Deux psikiyatrik bir kavram, Fransızca bir tabir ve Türkçe'ye kabaca Paylaşımlı Psikoz olarak çevrilebiliyor. Hastalar art arda veya eş zamanlı olarak benzer sanrılardan müzdarip oluyor ve benzer psikotik ataklar geçiriyorlar. Elbette kök nedeni bilinmiyor. Joker'in devam filmi bu açıdan yerinde bir isimlendirmeye sahip. Çünkü Harley Quinn ve Joker karakterleri yan yana geldiğinde indüksiyonlu ocak gibi birbirlerini mental anlamda yakıyorlar. Film, hem izleyiciler hem de eleştirmenler nezdinde övgüler alan öncülünün yaptığı gibi Joaquin Phoenix'in oynadığı Arthur Fleck karakterini toplumsal gerçekçi bir açıdan ele almaya ve Gotham şehrini de bir karakter olarak arka planda sunmaya devam ediyor. İlginç olan ise bunu müzikal janrı altında yapması. Evet, Joker 2 bir müzikal.

jokerfolieadeux

İzlerken aklıma ister istemez Rob Marshall'ın yönettiği Chicago filmi geldi. En iyi film Oscar ödülüyle de taçlandırılmış çok başarılı bir müzikal olan 2002 tarihli yapım, esasen bir Broadway müzikalinden uyarlama. Meşhur koreograf/yönetmen Bob Fosse'un başını çektiği unutulmaz Liza Minelli'li Cabaret ve All That Jazz gibi müzikal uyarlamalarını tekrar raflardan indiren film Catherine Zeta-Jones'a da bir akademi ödülü kazandırmıştı. Tıpkı Joker gibi o da bir suç müzikaliydi, bol miktarda mahkeme ve hapishane sahnesiyle bezenmişti. Ancak Chicago ana duygu olarak net bir şekilde hırs ve şöhretten bahsederken, Joker: Folie à Deux duygu durumu anlamında çok karışık bir film. Arthur Fleck'in hangi noktada kendi içine döneceği, hangi noktada kötücül palyaço rolüne bürüneceği nedensellik içermiyor. Belki hapishane ile adliye sarayı arasındaki köprü yolculuğunu bir tür doğum metaforuna benzetebiliriz, Arthur Fleck doğum kanalından geçiyor ve Joker olarak doğuyor gibi. Joaquin Phoenix her ne kadar ilk filmdeki harika performansını sürdürse ve şarkılar konusunda başarılı olsa da (müzikal yeteneğini daha önce 2005 tarihli Walk the Line filminde canlandırdığı Johnny Cash'i canlandırarak göstermişti), olay örgüsü yeterince enteresan değil. İlk Joker filmi, The King of Comedy ve Taxi Driver gibi Martin Scorsese klasiklerine sırtını verip, bu temelin üstünde şov yaparken, belki de yönetmen Todd Phillips'e gereken şey bu hiper gerçekçi olmaya soyunmuş çizgi roman kolajında ayaklarının biraz yere basması olabilirmiş. Harley Quinn rolündeki Lady Gaga yine iyi ancak rolü karakter gelişimi açısından yarıda kalıyor.

Son dönem sinemasında bir şikayet ettiğim konu filmlerin çok uzun kurgulanması. Yani Nuri Bilge Ceylan gibi ustalara sözüm yok, Kuru Otlar Üstüne 3 saat 15 dakika değil de 5 saat olsa yine izleneceğinden şüphem yok. Ama Joker'in devam filmi 2 saat 15 dakikaya yeterince olay sığdıramıyor. Bir müzikal için yeterince şarkı var mı derseniz, ona da emin değilim. Örneğin Baz Luhrmann'ın 2001 tarihli Moulin Rouge filmi, herhalde popüler şarkıları coverlayıp bir müzikal çıkarma konusunda zirvedir, şarkı-drama-heyecan dengesini çok iyi kurar. Wes Anderson'ın 2004 tarihli az takdir görmüş The Life Aquatic with Steve Zissou filmi ise David Bowie şarkılarının Portekizce coverlandığı bir nevi pop müzikaldir esasen. Ezel Akay'ın 2004 tarihli Neredesin Firuze filmini de sayabilirsiniz, skeçlerin arasını pop müzik seçmeleriyle bağlayarak şarkılı sahne sayısını dramatik sahnelerden fazla bile kılar. İyi müzikallerin ortak özelliği insanda heyecan uyandırmasıdır. Joker'in devam filminin kitleler tarafından nefretle karşılanması biraz bundan diye düşünüyorum. Cesur bir hamleymiş, örneğin film değil de bir Joker özel cildi olarak grafik roman olabilirmiş, ancak formül tutmamış.

Yönetmen Todd Phillips'i The Hangover gibi kaliteli komedi filmlerinden hatırlıyoruz. 2019 tarihli ilk Joker filminde dramada da ne kadar yetenekli olabileceğini göstermişti. O sebeple bu film bence bir son değil. Elindeki çok özel karakterle bir deneme yapmak istemiş diye düşünüyorum. Joker'in ne kadar özel bir karakter olduğuyla ilgili şöyle bir anekdot verebilirim. Oscar tarihinde iki ayrı oyuncu tarafından canlandırılıp oyunculara ödül kazandıran yalnızca iki karakter var. İlki Vito Corleone. The Godfather ve The Godfather: Part II filmlerinde sırasıyla Marlon Brando ve Robert de Niro'ya akademi ödülü getirmişti. İkincisi de bildiğiniz gibi The Dark Knight'la Heath Ledger'a, Joker ile de Joaquin Phoenix'e ödül getiren filmimizin güzide baş karakteri.

twojokers

Karakter dışında bu vesileyle oyunculuğunun en olgun dönemini yaşayan Phoenix'e de şapka çıkarmak isterim. Ağabeyi River'ın 23 yaşındaki trajik ölümünü atlatıp iyi bir aktör olarak arzıendam ettikten sonra, ilki Gladiator'daki Commodus rolüyle başlayan Oscar adayı performanslarını artık standart hale getirdi. Daniel Day-Lewis ayarında bir metot oyunculuğuna sahip. Kişi olarak pek çokları tarafından belki tuhaf ve sevilmeyen olarak görülebilir, ancak oyunculuk mesleğinin hakkını veriyor.

Tamamlarken bu şarkılı filme uyacak şekilde, sözü bu sefer de Mirkelam'a verelim:

Kahpe kader sen bana ne zaman güleceksin? / Ah bir joker bu ele ne zaman vereceksin?

Sevgiyle kalın.

#sinema yazısı