Kaçış
Sihirbazlık, doğuştan gelen yeteneklerinizle, size sihri öğreten üstaddan aldığınız eli harmanlayarak ustalaşabileceğiniz bir alandır. Tabii bu dünyanın sınırları içinde kalırsanız çocuklara gösteriler yaparak güldüren, yetişkinleri bir an şaşırtıp sonra bir temiz sinirlendiren basit bir gözbağcıdan öteye gidemezsiniz. Asıl sihir, bilinçdışınızı size başka diyarların ilimlerini gösterecek bir yol arkadaşına açmanızla mümkündür. Benim için sen de öylesin işte, ismini bilmediğim, bazen bir vizyon olarak gördüğüm ve konuştuğum, birlikte geliştiğimiz, acılarını ve sevinçlerini mütemadiyen kendim yaşıyormuş gibi hissettiğim arkadaşım. Şimdi bu, tüm bildiklerini bana öğretemeden bu dünyayı erken terk eyleyen üstadımdan kalma ürkünç şatoda, tepede de enerjisiyle insanın içindeki kurt adamı uyandırmaya ramak bırakan dolunay varken, ellerinde meşalelerle yaklaşan ve beni avlamak isteyen topluluğa karşı son şansım sensin.
Yerdeki yünlü, üzeri çömlek şekilleri ve karo desenleriyle bezeli halı başlı başına bir toz yığını. Yerlerde tomarlar, parşömenler sağa sola saçılmış; ardımdaki kütüphane, ah seni de cebime koyabilecek bir küçültme sihri yapabilsem. Taş duvarlar soğuk ama ben heyecandan kor bir ateş parçasına dönüşmüşüm. Neler bulmam gerektiğini kulağıma fısıldıyorsun, formaldehit içinde sakladığımız türlü haşerattan gram gram, sonra köşeye kurduğum tezgahın yanından sallanan kimi zehirli, kimi şifalı; pencereden düşen ay ışığında gölgeleri beni yiyen canavarlara dönüşen bitkiler. Karanlığı sen daha çok seversin. Malzemeleri koydum tamam, şimdi bir renge odaklanmalısın diyorsun. Hangisi? Ah evet, biliyordum. Yüreğinin en ürkek vakitlerinde baykuş gözlerinle beni izlerken, söylemiştin en sevdiğin rengin mor olduğunu. Peki neden sevgili dostum? Son bir vizyon gösteriyorsun bana.
Açık yeşil çayırların üzerinde bir çardak görüyorum, istemsizce oraya yaklaşıyorum. Her yanından mor salkımlar sarkıyor. Orada seni yanında kendi aleminden üstadlarla görüyorum. Üzerinde inisiyasyondan kalma, mürdüm eriği bir tünik, o kadar uzun ki ayakların görünmüyor. Saçların uzun ve sarı, epeydir yıkanmamış gibi karışık görünüyor ama çardağın kendisinden temiz bir koku geliyor. Üstadlar da senin gibi giyinmiş, yalnız birinin başında mordan karaya çalan bir başlık var, elini hemen yanındaki bir kovaya daldırıyor, canlı bir mürekkep balığını avuçlarına alıyor. Tek elini uzatıyorsun, hayvanı sertçe sıkıyor ve can havliyle içinden damlayan mürekkep avcunu dolduruyor. Üstadlardan biri kenarları yaldızlı bir parşomeni açıyor, elini bastırıp anlaşmayı imzalıyorsun. Korktuğunu hissediyorum, bu ikili anlaşma senin de kendi diyarından uzakta ilk deneyimin olacak. Parşömen yanarak kaybolurken belli belirsiz kendi suratımı görüyorum dumanların içinde.
Dumanların kokusu geliyor, vizyondan bir anda uyanıyorum. Pencereden bakıyorum, meşaleciler şatonun kapısına gelmiş. Koçbaşı getiriyorlar, kapıyı kıracaklar. Zihnimi sana bırakıyorum, tek bir can olduğumuzu hissediyorum, dışarıdan bakan biri yerden belli belirsiz havalandığıma yemin edebilir. Sihirli sözcükler ağzımdan dökülüyor ve buradan kurtuluşumuz olan portal açılıyor. Dua ederek içeri adımımı atıyorum.