Kardeş Gibiydiler
1996'da, sinemalarda hangi filmlerin gösterildiğini gazete sayfalarına basılmış film afişetlerinin altını okuyarak takip ederdiniz. Gazete okuyucuları için o dönem, Mission Impossible, Twister, Independence Day gibi yüksek gişe hasılatı yapan filmlerin yanında, üzerinde Robert De Niro, genç bir Brad Pitt, Dustin Hoffman gibi bir dolu ünlü adamın yer aldığı bir afişet de dikkat çekiyordu: "Kardeş Gibiydiler". Orijinal adı Sleepers olan film, geçmişte yaşadıkları travmatik bir yetimhane deneyiminden yıllar sonra buluşup gardiyanlarından intikam alan bir grup genci konu ediyordu. Yıllar sonra ülkemizde Suskunlar ismiyle (İhsan Oktay Anar'ın muhteşem kitabıyla aynı adı taşıyor ancak konusu ilgisiz) televizyon ekranlarına da uyarlandı. Fransız İhtilali'nin meşhur Liberté, égalité, fraternité mottosuyla birlikte dünya slogan literatürüne kazandırılan kardeşlik (fraternité) kavramı, Osmanlı Devleti'nin son döneminde İttihat ve Terakki cemiyeti tarafından da hürriyet, müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) olarak kopyalanmış, hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya'nın Mihver Devletleri (Almanya ve İtalya) tarafından işgaline karşı yürütülen bağımsızlık savaşının da kardeşlik ve birlik ismiyle sloganı olmuştur. Şimdi Sleepers filminden dokuz yıl önceye, 1987'ye gidelim.
O yaz İtalya'nın Bormio kentinde düzenlenen FIBA 19 Yaş Altı Dünya Basketbol Şampiyonası için Yugoslavya Ümit Milli Basketbol Takımı, yaşıtlarının aksine tatil yapmak yerine Slovenya dağlarında kamptaydı. Erkenden kalkıp tüm günlerini koçları Svetislav Pešić'in (daha sonra Avrupa'nın en meşhur basketbol antrenörlerinden biri olacağını ve Barcelona ile bir yılda üç büyük kupayı birden alacağını göreceğimiz önemli bir koç) liderliğinde, ter içinde antrenman yaparak geçiriyor, beraber yiyip içiyor, geceleri ise bir gün karşılıklı oynama hayalini kurdukları Larry Bird, Magic Johnson, Michael Jordan gibi NBA yıldızlarının maçlarını video kasetten seyrediyorlardı. Bir yıl önce, 1986'da Avusturya'da düzenlenen FIBA U18 EuroBasket) turnuvasını, o dönem dünyanın en büyük basketbol ekolü olan Sovyetler Birliği'nin gençlerini de dize getirerek şampiyon tamamlamışlardı. Gerçekten de çalışmaları sonuç verdi ve turnuvayı, daha sonra All-Star ve ikinci rüya takımın üyesi olacak Larry "Grandmama" Johnson ve uzun NBA kariyerinin sonunda Hall of Fame ve NBA'in gelmiş geçmiş en iyi 75 oyuncusundan biri seçilen Gary "The Glove" Payton'ın liderlik ettiği, çoğunun NBA kariyeri on yılı aşacak güçlü bir ABD Ümit Milli Basketbol Takımı'nı (hem de başlarında efsane koç Larry Brown varken), biri finalde olmak üzere iki kere yenerek gençlerde dünya şampiyonu oldular. Yugoslavya takımının çekirdeğinde kimler yoktu ki. NBA'de şampiyonluklar yaşamış, All-Star seçilmiş Toni Kukoč, Dino Rađa, Vlade Divac gibi yıldızlar, bir dönem Avrupa'nın en büyük oyun kurucusu olan Sasha Đorđević. Ülkemizde de forma giymiş üst düzey oyuncular Teoman Alibegović (Ülkerspor) ve Samir Avdic (Tofaş). Kendilerinden birkaç yaş büyük, o dönem dünyanın en büyük oyuncularından biri kabul edilen ve 1986 NBA draft'ında Portland Trail Blazers tarafından seçilen Dražen Petrović'in yardımına hızır gibi yetişen bu kadro, 1988 Seul Olimpiyatları'nda finalde Arvydas Sabonis, Sasha Volkov ve Šarūnas Marčiulionis'in başını çektiği Sovyet basketbol makinesine boyun eğerek gümüş madalyada kalsa da, kendi evlerinde, Zagreb'de yapılan 1989 EuroBasket finalde Yunanistan'ı mağlup ederek kazanıyordu. Takımın en önemli iki oyuncusundan biri olan Vlade Divac, 1989 NBA draft'ında Los Angeles Lakers tarafından seçilip Amerika kariyerine de başlamıştı. 1990 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda ise olimpiyatın rövanşını alırcasına final maçında Sovyetler Birliği'ni yenerek altın madalyanın sahibi oluyordu. İşte ne olduysa bundan sonra başladı.
Yugoslavya, 1945'teki kuruluşundan itibaren, 1980'deki ölümüne kadar Tito tarafından yönetildi. Tek parti (CPY) idaresi altında altı cumhuriyetin (Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Slovenya ve Makedonya) oluşturduğu sosyalist bir konfederasyon olarak yaşadı ve Stalinist politikalardan ayrıştı. Ancak Soğuk Savaş'ın bitimini ve Berlin Duvarı'nın yıkılışını, sonradan özellikle Bosna-Hersek'te savaş suçları da işleyecek olan Milošević liderliğinde karşılayan Yugoslavya, Sovyetler Birliği'nin ardından kendisi de dağılma sürecine girdi. Sırp asıllı Vlade Divac'ın, 1990 Dünya Şampiyonası finalinin kutlamaları esnasında salonda açılan bir Hırvatistan bayrağını sertçe yere indirmesi, Hırvat asıllı Dražen Petrović'i kızdırdı ve ikilinin arası uzun süre açık kaldı. 1991'de hızlıca bağımsızlığını kazanan Slovenya'nın (Gerek dağlık coğrafyası, gerek nüfus yoğunluğu, gerekse de batılı devletlerin müdahalesiyle yalnızca 10 gün savaştılar) ardından Hırvatistan da bağımsızlığını ilan etti ve Sırp ordusu ile dört yıl savaştı. İki tarafın da karşılıklı savaş suçları işlediği bu kanlı savaştan daha ilginç ve acı olan 1992'de bağımsızlığını ilan eden Bosna-Hersek'e karşı hem Sırpların hem de Hırvatların savaşması, Bosna topraklarını paylaşmaya çalışması ve buradaki Müslüman sivil nüfusa karşı ağır savaş suçları işlemesiydi (Birleşmiş Milletler Barış Gücü müdahalesinin etkisiz olduğu ve Srebernitsa'yı engelleyemediği, savaşı bitiren NATO müdahalesinin ise ancak 1995'te yani çok geç geldiği yönünde bunca yıldan sonra bütün dünya hemfikir). Bulutsuzluk Özlemi'nin Yaşamaya Mecbursun şarkısındaki gibi:
1992 Barcelona Olimpiyatları'na uluslararası turnuvalardan men edilen Yugoslavya ve dağılan Sovyetler Birliği katılmazken, yeni kurulan Hırvatistan ve Litvanya katıldılar. Amerika Birleşik Devletleri, son iki büyük turnuvada bronz madalya almasının ardından NBA oyuncularını milli takıma çağırarak kurduğu Rüya Takım ile (kadrosunu saymaya mecalim yetmez, tüm kahramanların yenilmez olduğu David Eddings fantastik kurgu kitapları gibiler) yarı finalde Litvanya'yı ve finalde Hırvatistan'ı yenerek bu defa altın madalyaya uzandı (Sırp, Sloven, Rus ve Ukraynalı oyuncuları olmadan bile böyle başarı kazanan bu milli takımları düşününce akla gelen soru, acaba Yugoslavya ve Sovyetler Birliği dağılmasaydı, ABD bir daha uluslararası basketbol turnuvası kazanabilir miydi? Bu kocaman bir soru işareti olarak kalsın). 1992'de mutlu olmadığı Portland'dan New Jersey Nets'e takas olan Dražen Petrović, namıdiğer Basketbolun Mozart'ı, bu yeni şehirde Avrupa'dan sonra NBA'de de bir efsane olmaya doğru giderken 1993'te Frankfurt yolunda geçirdiği bir trafik kazasıyla trajik bir şekilde 28 yaşında aramızdan ayrıldı. Ölümüne ailesinden sonra en fazla, bir zamanlar takım arkadaşı olan Vlade Divac üzüldü. Yıllar sonra, kazandıkları Dünya Şampiyonası'nın ardından salonda Sırp bayrağı da açılsa aynı hışımla indireceğini söyleyecekti. Bütün bu öyküyle ilgili ilk defa 90'lı yıllarda yayınlanan Fast Break dergisinde okuduğum makaleyi unutamam. Hem Petrović'in hem de Bosna Savaşı'nın trajedisi tazeydi. Basketbol henüz bu kadar endüstriyel, dünya da bu kadar küçük ve hızlı değildi. Divac, Kukoč ve arkadaşları, yıllar sonra ESPN'in harika belgesel serisi 30 for 30'nin bir bölümü olan Once Brothers'ta konuyu daha sakin anlatabildiler (Belgesel serisine Türkiye'de yalnızca S Sport Plus üzerinden ulaşabilirsiniz, ancak Once Brothers bölümünün vaktiyle NTV Spor tarafından yayınlanan kaydı, görüntü kalitesi düşük olsa da Youtube'da halen mevcut. Bir anekdot, 30 for 30 serisinin The Band That Wouldn't Die isimli bölümü de daha önce Rain Man filmi ile Oscar almış ve girişte değindiğim Sleepers filminin de yönetmeni olan Barry Levinson tarafından çekilmiş).
Gelin son olarak bu hikâyeyi neden bu hafta anlattım, onu da açıklayayım. 1996 ülkemiz için bir başka öneme sahipti, çünkü Efes Pilsen (şimdi Anadolu Efes) o yıl Korać Kupası'nı müzesine götürmüş, böylece takım sporlarında uluslararası kupa kazanma başarısı gösteren ilk Türk spor kulübü olmuştu. Kaderin cilvesi, kupaya adını veren Radivoj Korać da 1969 yılında henüz 30 yaşında, tıpkı Dražen Petrović gibi, bir trafik kazasıyla hayata gözlerini yummuştu. Efes Pilsen'in genç ve enerjik forveti Mirsad Türkcan, Sırbistan doğumlu, Boşnak bir ailenin çocuğu olarak Türkiye'ye gelmişti. 1998'de Houston Rockets tarafından draft edilerek NBA'e gitti ve macerası kısa da sürse NBA'e adım atan ilk Türk oyuncu oldu. 1996'da Efes Pilsen'in yıldız takımında oynayan Hidayet Türkoğlu'nun ailesi de Yugoslavya göçmeniydi. 2000 yılında draft olan Hidayet, 14 sezon yer aldığı NBA'de, final oynama ve en çok gelişme kaydeden oyuncu ödülünü kazanma başarısı gösterdi. Ülkemizde yapılan 2001 EuroBasket turnuvasının yarı finalinde 19 sayı geriden gelip kazandığımız unutulmaz Hırvatistan maçında Hidayet ve Mirsad'ın rakip takım bench'iyle Sırpça atışmasını hatırlarım (Turnuvayı, finalde kaybettiğimiz Yugoslavya'nın ardından gümüş madalya ile bitirmiş, ancak bu maçın rövanşını yine ülkemizde düzenlenen 2010 FIBA Dünya Kupası yarı finalinde Sırbistan'ı mağlup ederek almıştık). 2001'de draft olan Mehmet Okur'un öyküsünü ise en iyi Murat Murathanoğlu'nun otobiyografisi Salondaki En Kötü Koltuk kitabından öğrenirsiniz. Kendisi NBA'de şampiyonluk yaşayan ve All-Star seçilen ilk Türk basketbolcu oldu. Dönem dönem oyuncu gönderdiğimiz NBA'de bu yıl All-Star seçilen, bu seviyeye çıkmış bir oyuncumuz daha var: Alperen Şengün. Bu basketbol ve kardeşlik öyküsünü ona armağan ederken, kardeşimize önündeki uzun spor yaşamı için sevgiyle başarılar diliyorum.
Sevgiyle kalın.