Kelimelerin Gücü
Peter Weir'in 1989 tarihli filmi Dead Poets Society / Ölü Ozanlar Derneği'ni, gençlere ilham veren lise öğretmeni John Keating rolünde Robin Williams ve çok genç birer öğrenci rolünde Ethan Hawke ve Robert Sean Leonard (House'daki Wilson) ile hatırlayabilirsiniz. Muhtemelen bir de filmin sonunda sıraların üstüne çıkan öğrencilerin, Bay Keating'i "Oh Captain! My Captain!" diye uğurladığı şu meşhur sahneden:
Serbest nazımın babası sayılan Amerikalı şair Walt Whitman'ın, 1865'te bir tiyatro gösterisi esnasında John Wilkes Booth tarafından öldürülen başkan Abraham Lincoln'e bir veda niteliğinde aynı yıl kaleme aldığı şiirin başlangıcını hocaları John Keating'e söyleyerek bir yerde, filmin geçtiği 1959 yılının son derece gelenekçi özel okul ortamını özgür düşünce ile kimileri için değiştirebilen bu iyi öğretmenle beraber, kendi gençliklerine de veda ediyorlardı. 1860'ta köleliği kaldırma vaadiyle başkan seçildikten bir sene sonra, köle lehtarı olan 11 eyaletin kurduğu Konfederasyon ile ABD arasında yaşanan Amerikan İç Savaşı sırasında yürüttüğü iktidarını, 1864 seçimlerini de kazanarak devam ettiren Lincoln'ün sonunu, 1865'te galip geldiği savaş ve köleliğin kaldırılması getirmişti (tabii çok kısa süre sonra Jim Crow yasaları kapsamında siyahi vatandaşların politik, sosyal ve ekonomik hakları köleliğe yakın oranda kısıtlandı ve 1965'e kadar da böyle kaldı). Öğrencilerin gözünden, özgür olmayan düşüncenin kölelikle eşdeğer olduğuna dair bir alegori. Öğretmenleri rolünde çok başarılı bir performans sergileyen Williams'ın o yıl En İyi Erkek Oyuncu Oscar ödülünü, Sol Ayağım filmindeki rolüyle kaptırdığı Daniel Day-Lewis ise ilginçtir, yıllar sonra Abraham Lincoln rolüyle üçüncü bir Oscar ödülü daha kazanacaktı (Filmden bir sahne aşağıda. Bu arada ikinci Oscar'ını daThere Will Be Blood filmiyle aldı, ki bence en iyisidir).
Ölü Ozanlar Derneği filminden unutamadığım iki pasaj var (Senaryo dalında Oscar ödülü kazandığını da söylemek gerekir). İkisi de Robin Willams'tan çıkıyor. İlki dilde zenginlik konusunda, bir sahnede John Keating diyor ki:
'Çok' kelimesini kullanmaktan kaçının çünkü bu tembelliktir. Bir adam çok yorgun değildir, bitkin düşmüştür. Çok üzgün kelimesini kullanmayın, onun yerine kederli deyin.
Yani diyor ki, kişisel gelişime kelime dağarcığınızdan başlayın. Kelimelerin etimolojisi ile temsil ettiği kavramlar ise bazen birbirini tutmuyor. Mesela diploma. Etimolojik olarak ikiye katlanmış kâğıt anlamına gelse de (diplomasi de aynı kökten gelir), üniversiteye gidenlerin hayatı boyunca unutamayacağı anılar biriktirdiği bir dönemin nişanesidir aslında. Veya demokrasi. Etimolojik olarak halkın iktidarı anlamına gelse de zaman zaman halkın seçimine müdahalelerin olduğu bir sisteme evrilir. Hak, ekmek, özgürlük, hukuk, adalet kelimelerine ayrı ayrı etimolojik olarak bakılsa, kim bilir güncel olarak içlerinden neler çıkar.
Filmden aklımda kalan pasajların ikincisi de Keating'in öğrencilerden ders kitabının, kelimelerle ilgili umutsuzca konuşan bir sayfasını yırtıp çöpe atmalarını istediği sahnede geçer. Orada der ki öğretmenleri:
Size kim ne derse desin, kelimeler ve fikirler dünyayı değiştirebilir!
Evet, en büyük sihrimiz kelimelerimiz. Birkaç kelimenin bir araya gelmesi ile insanlarda bütün duyguları uyandırabilirsiniz. Onlara umut, heyecan, şefkat, sevgi aşılayabileceğiniz gibi, çağrışım yapmalarını sağlayarak tamamen orijinal yeni fikirler, yeni kelimeler doğmasını da sağlayabilirsiniz. "Başlangıçta Söz vardı!" diye başladı bir kitap. Diğeri "Oku!" diye. Yazalım, söyleyelim, aktaralım tabii ki. Ancak biraz da dinleyelim. Pamukkale doğumlu Stoacı ilk çağ filozofu Epiktetos'un dediği gibi, "Konuşmaktan daha fazla dinleyelim diye iki kulağımız ve bir ağzımız var". Bolca da düşünelim ve Mustafa Kemal Atatürk'ün öğütlerini hatırlayalım. Fikirler ölmez!
Sevgiyle kalın.