Sanat Şu Anda Toplum İçindir
Hayatında en az yirmi tane Amerikan filmi seyretmiş birisi, istatistik kuralları çalışıyorsa, izlediği filmin jeneriklerinde Metro-Goldwyn-Mayer aslanını görmüştür. Yüz yılı aşkın bir tarihi olan stüdyonun, 1917'den beri birçok farklı aslanı jeneriklerinde kullanmışlığı var. Kural şu; yuvarlak bir çerçevenin içinde bir erkek aslanın başını görürüz, aslan başını yana çevirerek iki defa kükrer. 1957'den beri gördüğümüz, MGM stüdyosunun sekizinci aslanı Leo'yu aşağıda hatırlatayım.
Jenerikte kükreyen aslandan başka bir yazı daha dikkatinizi çekmeli. Leo'nun başını çevreleyen altın rengi halkada şöyle bir yazı vardır. "Ars Gratia Artis" yani "Sanat Sanat İçindir". Stüdyonun sloganı olan bu söz nereden gelmişti bir hatırlayalım.
Sanatın yalnızca sanat amacıyla üretilmesi kavramı 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da ortaya çıkıyor. Parnasizm olarak geçen (ismini mitolojide musaların yani ilham perilerinin yaşadığı Parnas dağından alıyor) ve romantizme tepki olarak doğan akımın kurucusu "L'art pour l'art" sözüyle meşhur olan şair Théophile Gautier'dir. Dünyada Edgar Allen Poe'dan, Oscar Wilde'a kadar birçok yazar ve şairi etkileyen akımın Türkiye'deki temsilcisi de Servet-i Fünun akımı, başta da aynı adlı derginin yazı işleri müdürü Tevfik Fikret olmuştur. Sanatın topluma ahlaki, politik veya düpedüz toplumsal olarak hizmet etmesi gibi bir gereklilik olmadığının, bu görevlendirmenin sanatın yapısını bozacağının ve estetiğini yok edeceğinin savunucusu olan akım temsilcileri, sanatın yalnızca estetik için var olması gerektiği üzerinde hem fikir olmuşlardır. Tabii bu savın kendisi bile bence tuhaf, çünkü konuştuğumuz bu akımlar aslında birbirine tepki olarak, diğer bir deyişle estetik dışında bir amaçla var oluyor. Yani Fransız İhtilali ve Aydınlanma akımının getirdiği romantizm, devrim, eşitlik ve özgürlük düşüncesini konu ederken, Modernleşme dönemiyle ortaya çıkan parnasizm, nesnel, biçimci ve bütünüyle estetik arayışına odaklı. Peki bu iki önemli olay arasında dünyada bir şey daha ne oldu, neydi o? Evet, Sanayi Devrimi. Ve beraberinde getirdiği realizm. Bu da bizi sanatla ilgili diğer sava getiriyor, yani "Sanat Toplum İçindir". Maalesef stüdyo amblemlerine yansıyan havalı bir Latince ismi yok.
Sanayi Devrimi deyince aklınıza gelen Charles Dickens romanlarını hatırlayın. Yeni fabrika sahibi olmuş geçmişin feodal ağalarını. Gelişen makineleri. Hava kirliliğini. Haksızlığı. Açgözlülüğün daniskasını. Mum ışığında sabaha kadar çalışan çocuk işçileri. Gözünüzün önüne aşağıda paylaştığım koca şapkalı çocuğun gelmesini bekliyorum.
Tabii teknoloji gelişirken toplumun çektiklerinin sanatta bir karşılığı olacaktı. Halkın sorunlarını gören ve gündelik hayatı konu eden, Gustave Flaubert'in Madame Bovary'sinden, ressam James Whistler'ın meşhur Whistler's Mother portresine, Tolstoy, Turgenyev, Dostoyevski gibi dev yazarların hemen tüm eserlerinden Giuseppe Verdi'nin La Traviata'sına kadar her alana yayıldı. Üstüne üstlük izlenimcilik, gerçeküstücülük, natüralizm gibi varyasyonlarla da zenginleşti. Realistler, slogan olarak atmasalar da sanatın toplum için, topluma ayna tutarak yapılabileceğini biliyordu. Yurdumuzda da Namık Kemal'den Ömer Seyfettin'e, Nâzım Hikmet'ten Sabahattin Ali'ye, Kemal Tahir'den Orhan Kemal'e kadar en büyük yazarlarımızın hepsini etkilemiş bir akım oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası çift kutuplu dünyada, Vittorio de Sica'nın klasik filmleri Bisiklet Hırsızları ve Umberto D. ile anılan İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Satyajit Ray'ın Apu Üçlemesi ile anılan Hindistan Paralel Sinema akımı, 1961 Anayasası sonrası ülkemizde var olmaya başlayan Toplumsal Gerçekçilik akımı ve aynı dönemlerde komşumuzda doğan ve rejim değişikliğine rağmen bitmeyen İran Yeni Dalgası sinema akımları da realizmin tekrar ortaya çıktığı sanatsal periyotlar oldu. Aşağıda klasik filmi Umut'tan bir sahne ile Yılmaz Güney'i (sağda) ve Tuncel Kurtiz'i de anımsatmış olayım.
Örüntüyü fark etmişsinizdir. Ne zaman haksızlık, adaletsizlik baş gösterir, o zaman sanatta realizm akımı ortaya çıkar. Umut filmindeki gibi, ne zaman bir arabacının atına otomobil çarpar, o zaman toplumculuk devreye girer. Sanat sayılması tartışmalı estetik ve iletişim biçimlerimizin bile artık buna dönüştüğünü fark edersiniz. Kedi paylaşırız, milletin yeme içme fotoğraflarına bakarız ve kısa skeçlere güleriz; ne zaman ki ihmal kılıklı bir cinayetle onlarca insan hayatını kaybeder, o zaman işte toplumcu tarafımızı ortaya koyarız. Düz vatandaş sosyal medyada insanları duygu ve düşüncelerini anlamaya yöneltecek bir hikâye paylaşır, maharetli bir gazeteci unutulmayacak bir köşe yazısı yazar, sonra bir yazar bu olayı romanlaştırır. Sonuçta ortaya çıkan şey sanat mıdır? Evet. Estetikten uzak mıdır? Hayır. Toplum için mi yapılmıştır? Sanatçı bilmese, kabul etmese bile evet.
Yirmi birinci yüzyılda her şeyi satın alan büyük teknoloji şirketleri en başta bahsettiğim MGM'yi de boş bırakmadı. Stüdyo artık yoluna Amazon MGM olarak devam ediyor. Leo da 2021 yılından itibaren bilgisayar grafiğiyle yapılmış bir alternatifiyle değiştirildi. Leo, Dublin'de bir hayvanat bahçesinde dünyaya gelmişti. Oysa ailesi Sudan'ın Nübye Çölü'nde yaşayan Atlas aslanlarındandı (yukarıda resmi var). Şimdi Kuzey Afrika'da aslan yaşamıyor, hepsinin nesli tükendi. İklim krizi ve çevre felaketleri günümüzde dünyada yaşanan büyük göçmen meselesinin de bir numaralı sebebi. Yalnızca aslanların değil insanların da soyunu tüketmekte olan yeni feodalizme, dünyadaki açgözlülük krizine karşı sanatçılara da toplumcu olmak düşüyor.
Sevgiyle kalın.