Utku Cevre

Talep Kültürü

Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption) filminin en sevdiğim sahnelerinden birini anlatmak istiyorum (filmle ilgili daha önce paylaştığım bir eleştiriye buradan ulaşabilirsiniz). Önce bağlamı hatırlatarak başlayayım. Başkarakter Andy Dufresne (Tim Robbins), suçsuz bir muhasebeci olarak ömür boyu hapse mahkûm olduktan sonra mesleki yetkinliği ile hapishane müdürünün dikkatini çeker ve özel defterlerini tutmasının karşılığında, sevmediği çamaşırhanede çalışmak yerine kütüphaneye atanmak gibi imtiyazlara sahip olur. Bulunduğu her yeri iyileştirme parolasında olan Andy, tam 6 yıl boyunca her hafta eyalet senatosuna mektup yazarak kütüphane için fon ister ve en sonunda 200 dolarlık bir çek ve eski kitaplardan oluşan birkaç kutuya karşılık, artık daha fazla mektup göndermemesinin kibarca tembihlendiği bir yanıt alır. Sevdiğim sahne şu; en iyi arkadaşı Red (Morgan Freeman) onu tebrik ederken, Andy artık haftada iki mektup göndereceğini söyler. Ve kütüphanenin tadilat çalışmaları görüntüsü eşliğinde filmin aynı zamanda anlatıcısı da olan Red'in sesinden, eyalet senatosunun Andy'yi bir defalık bir çekle geçiştiremeyeceğini anladığını ve yılda 500 dolarlık bir fon yarattığını öğreniriz. Andy talebini doğrudan bir aksiyonla, hiç yılmadan sürdürmüş ve ödülünü almıştır. Peki bu güzel örnektekinin aksine, günlük hayatta bizler, taleplerimizi iletme konusunda böyle girişken olabiliyor muyuz?

andy1

Taleplerimizi Neden Bildiremiyoruz?

Öncelikle, talep ve şikâyet ayrımını yapmak lazım, çünkü ikisi bazen birbirine karışıyor.

Takdir edersiniz ki şikâyet kültüründen talep kültürüne geçişte zorlanan bir coğrafyadayız. Bunun büyük ölçüde, bireyciden ziyade kolektivist bir toplum yapısında olmamızdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Başardığımız bir şeyi veya kendi üstün özelliklerimizi anlatırken bile "Ben yaptım," demekten utanırız. "Biz yaptık," veya "Yapıldı," dememiz gerektiğini düşünürüz. Oysa bu şekilde kendimizi anlatamadığımız gibi, taşımış olduğumuz sorumluluğu muğlaklaştırmaktan başka bir şey yapmamış oluruz. Buradan kolektivist toplum kötüdür anlamı çıkmamalı elbette, tam tersi türlü avantajlar vardır. Sosyal ilişkilerin, aile yapısının var ve kuvvetli olduğu, sosyal refahın bireysel refahtan öncelendiği, kültürel sürekliliğin olduğu toplum yapılarıdır bunlar. Ancak iş talep etmeye gelince, orada çuvallayabilirler. Peki bunun nedenleri neler olabilir?

  1. Anonimleşme, yani taleplerini ancak bir grubun parçası olarak iletebilme. Böylece talebinin getirdiği sorumluluğu bireysel olarak almama, gruptan güç alma.
  2. Sosyal İtaat, yani talep etmenin başkaldırmak olduğunun sanılması. Konformist bakış açısıyla elindekiyle yetinme.
  3. İzleyici Etkisi, yani bir başkası nasıl olsa talep eder diye düşünerek hareketsiz kalma. Önce başkasından hareket bekleme.
  4. Ahlaki Uzaklaşma, yani bir grubun içindeyken etik değerleri bir kenara koyma. Örneğin talebin tam tersi bir örnek olarak, sosyal medya linçi tam olarak bir ahlaki uzaklaşma örneği.

Sosyal Medyanın Talep Kültüründeki Rolü

12devadam

2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın Türkiye'de düzenlenmesinin öncesinde, henüz hangi şehirlerde oynanacağı belli değilken, Türkiye Basketbol Federasyonu'na turnuvanın yalnızca İstanbul'a sıkışmaması ve Ankara, İzmir, Antalya gibi diğer şehirlere yayılması konusundaki düşüncelerimi içeren ve 1997 İspanya ile 1999 Fransa Eurobasket turnuvalarını karşılaştıran kapsamlı bir e-posta yollamıştım. Birkaç gün sonra gelen yine itinalı ve uzun yanıtta, bunun daha önce turnuva düzenleyici komite tarafından uzun uzadıya tartışıldığını ve eldeki salon imkanları ile şu an ancak İstanbul ve Ankara'da maç yapılabileceğini içeren bir yanıt almıştım. Tabii önemsenip böyle bir yanıt almaktan dolayı ne kadar sevindiğimi anlatamam. Nitekim dokuz yıl sonra bu sefer 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası yine Türkiye'de düzenlendiğinde İzmir'e de üç turnuva günü ayrılmıştı. Yani doğrudan etkili oldu mu bilemem, ancak talebim ve belki böyle başka talepler belki de bir sonraki turnuvaya etki etmişti (Bu arada parantez içindeyken 12 Dev Adam lakabını taktığımız milli takımımız ile ülkemizde düzenlenen her iki turnuvayı da gümüş madalya ile kapattığımızı da gururla belirteyim). O dönem sosyal medya yoktu. Şimdi sosyal medyanın olduğu günümüzde nasıl olurdu bir bakalım.

Öncelikle artık kimse e-postalarını okumadığı için e-posta atmak etkili olmazdı. Sosyal medya üzerinden DM (doğrudan mesaj) atmak gerekirdi. Ancak telefondan okunabilecek ve anlaşılabilecek kısalıkta atınca bu defa maksadı ifade etmek güç olurdu. Cevap da ya aynı kısalıkta ya da bir kalp emojisi şeklinde olurdu, çok yüksek ihtimalle de okunduğunu bile anlayamazdınız. Bir gönderi altına yorum yazmak veya X türevleri üzerinden işaretleyerek talep iletmek ise ilettiğiniz talep bütün arkadaşlarınızın önüne düşeceği için bir tür utangaçlık, anonim bir hesaptan yazıyorsanız da yine kimliğinizin bilinmemesinin getirdiği bir tür utanmazlık içerecekti. Yorumunuzun altına yine yorum olarak destek şeklinde işaretlediğiniz hesaba hakaret, alay etmek için size hakaret veya konuyla ilgisiz reklamlar yağacaktı. Hemen her olay gibi sizin aksiyonunuz da toplu linç, toplu histeri ve görünmezliğin parçası olacaktı. Sosyal medyaya hoş geldiniz!

Değişmesini İstediğimiz Konularla İlgili Ne Yapmalı?

Peki son tahlilde değişmesini istediğimiz konular için nasıl aksiyon alır hale geliriz?

  1. Yankı odalarımızdan çıkarak. Artık bir fikrin bizim orijinal fikrimiz mi, yoksa hepsi bize benzeyen akranlarımızın fikri mi olduğunu anlayamayacağımız ortamlarda dedikodu yapmayı bırakarak.
  2. Yetişkin benliğimizin sesini dinleyerek. Bir şey istediğimiz gibi değilse bunu çocuk benliğimizin istediği gibi hep ağlayarak veya ebeveyn benliğimizin istediği gibi hep kızıp azarlayarak değil, değiştirme konusunda destek istediğimiz tarafın duyabileceği ses ve duygu hali neyse, şartlar neyi gerektiriyorsa o formda istek olarak ileterek.
  3. Önyargılarımızı kırarak. Kendimiz hakkında veya çevremizin nasıl düşündüğü hakkında geliştirdiğimiz varsayımlarımı kenara koyarak.
  4. Cesur olarak. Hem sivrilmekten hem de liderlik ve sorumluluktan kaçmayarak. Bunun yerine sosyal kaygıdan kaçınarak.

red1

Talep etmek için öncelikle talebimizin olumlu sonuçlanacağına dair umutlu olmamız gerekir. Esaretin Bedeli'nde Andy, Red için o siyah taşın altına gizlediği mektupta (yine bir mektup) ne demişti?

"Unutma Red, umut iyi bir şeydir, belki de en iyi şeydir ve iyi şeyler asla ölmez. Umarım bu mektup sana ulaşır ve seni sağlıkla bulur."

Sevgiyle kalın.

#deneme #kişisel_gelişim