Utku Cevre

Transaksiyonel Analiz, Freud ve Sinema

Eric Berne'nin 1950'lerin ikinci yarısında ortaya attığı Transaksiyonel Analiz kavramı, insan psikolojisini anlamak ve kişilerarası iletişimi çözümlemek üzerine kurulu bir teoridir. 1964 tarihli Games People Play (İnsanların Oynadığı Oyunlar) isimli kitabının başında bu kavramı örneklerle açıklar ve ikili ilişkilerin transaksiyon dediği birimler üzerinden okunması gerektiğini anlatır, transaksiyonların detayı başka bir yazının konusu. Berne, insanların düşünce ve davranışlarını Ebeveyn, Yetişkin ve Çocuk dediği ego durumlarına göre üçe ayırır ve birbirleri arasında geçen bütün transaksiyonların bu ego durumlarının kombinasyonlarından ileri geldiğini anlatır.

transcational-analysis

Berne bir psikiyatrist olarak Freud ekolündendir ve teorisini selefinin psikanalitik yapısını genişleterek kurmuştur. Freud da insan zihnini Süperego, Ego ve Id adını verdiği üç benlik katmanı ile açıklar. Buna göre:

Benzerliği fark ettiniz değil mi? Berne'nin transaksiyonel analiz teorisine göre günlük hayattaki etkileşimlerimizin tamamı üç ego durumunun uyumlu olma veya çatışma durumuna göre şekillenmektedir. Bunu oyun kavramıyla açıklar ve birçok davranışımızın esasında bir oyun olduğunu ve psikolojik problemlerin yine oyun terapisi yöntemiyle çözülebileceğini ifade eder. Ben transaksiyonel analizle daha önce birçok eğitimde karşılaşmama rağmen, en üstte bahsettiğim Games People Play kitabından ilk defa Oğuz Atay'ın Günlük isimli eseri sayesinde haberdar olmuştum. Atay'ın külliyatına hakim olanların bileceği gibi, karakterleri sıkça oyunlar oynar. Tutunamayanlar'ın unutulmaz mahkeme sahnesinden tut, ismiyle de konuya bariz bir biçimde parmak basan diğer büyük romanı Tehlikeli Oyunlar ve piyesi Oyunlarla Yaşayanlar'a kadar Berne'nin fikirlerinden son derece etkilenmiş bir büyük yazarımızdır Oğuz Atay. Transaksiyonel analizle ilgili öte okumalar için Thomas Harris'in 1969 tarihli Ben OK'im Sen OK'sin kitabı da önerilir.

tehlikelioyunlar

Şimdi hazır Berne ve Freud'dan bahsetmişken, severek takip ettiğim felsefeci (kimilerine göre popstar felsefeci) Slavoj Žižek'in, Alfred Hitchcock'un başyapıtlarından 1960 tarihli Psycho filmi üzerine yaptığı Freudyen okumaya değinmeden de olmaz. Film bildiğiniz üzere baş karakter Norman Bates'in işlettiği otele gelen misafirleri öldürmesini konu eden bir gerilim. Yıllar sonra Bates Motel ismiyle dizi uyarlaması da yapıldı. Filmin ikonik sahnesi de banyoda yıkanan kadına (Janet Leigh) doğru uzandığı duş perdesinin ardından çıkan, bıçak tutan elin bulunduğu sekans. Herkes filmi bu sahnesiyle hatırlar. Filmde Norman Bates zemin katta bulunan otel lobisindeyken alelade gibi bir insan görünümündedir. Arada üst kattan annesinin onu son derece sert ve eleştirel bir üslupla seslediği ve bir şeylerden şikayet ettiği duyulur. Bodrum kat ise Bates'in cinayetlerini işlediği yerdir, bu katta sessiz ve saldırgandır. Şimdi Žižek diyor ki, otelin her katı Freud'un psikanaltik katmanlarını temsil ediyor.

psycho_hitchcock

Usta yönetmenin bilinçli bir tercih yaptığı ve metaforlar üzerinden insan zihninde bir yolculuğa çıktığı gayet açık. Slavoj Žižek'in yorumu üzerine filmleri bu bakış açısıyla izlemeye çalışırken benim fark ettiğim bir örneği de Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'nin (Yumurta-Süt-Bal) en iyi halkası, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü de alan Bal filminden vereyim. Bu filmde Yusuf karakteri bir arıcının konuşma güçlüğü çeken küçük oğludur. Babası ağaçların tepesinde (Psycho'daki otelin üst katı örneğine dikkat) bal arayan, Yusuf'a öğütler veren Süperego'dur. Annesi, günlük hayatın keşmekeşi içinde ölümüne gerçekçi Ego, Yusuf ise tüm zamanını çocuk benliğinin isteklerinin peşinde koşarak geçiren, sessiz Id.

Filmleri bir de bu gözle izlemeye ne dersiniz? Sevgiyle kalın.

#kişisel_gelişim #sinema yazısı