Utku Cevre

Uyku ve Uyanıklık Arasında

Norveçli yazarları severim. Kuzeyin bu çelişkilerle dolu ülkesi, bir yandan dünya demokrasi endekslerinde ilk beşte yer alırken (Google'a "Norway Democracy Index" yazarak güncel sonuçlara ulaşabilirsiniz), bir yandan da Uluslararası Balinacılık Kurulu'nun 1986 tarihinde ilan ettiği moratoryuma muhalefet ederek halen ticari balina avcılığının serbest olduğu (yani dünyanın en zeki ve en uzun yaşayan hayvanlarından birinin serbestçe yakalanıp öldürülebildiği) az sayıda ülkeden biri. Norveç edebiyatıyla tanışmam, Jostein Gaarder'in ilk gençliğimin popüler kitaplarından Sofi'nin Dünyası ile olmuştu. Bu naif felsefe güzellemesini ailece çıktığımız uzun bir gezide bitirmiştim. Henüz on iki yaşındaydım, o yaş grubuna göre biraz ağır olduğunu kabul etmekle beraber, felsefeye ilgi duymamı sağladığını söyleyebilirim. Yıllar sonraya atlamak gerekirse Ayrıntı Yayınları'nın Yeraltı Edebiyatı serisinde tanıştığım Ingvar Ambjørnsen'in Beyaz Zenciler kitabı, sanırım gençlikte gelen o dışarıda kalmışlık hissini ve varoluşsal sıkıntıyı en samimi biçimde anlatan romanlardan biridir. 2023 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Jon Fosse'nin kelimeleriyle henüz müşerref olamadık, ancak 2020'lerden itibaren okuduğum Erlend Loe'nin Doppler serisi (ki Türkiye'de serinin normalde ikinci kitabı olması gereken Volvo Kamyonlar bir talihsizlik sonucu üçüncü sırada basılmıştır, okumak isteyenlerin dikkatine), baş karakterinin yaşadığı inziva haliyle bana çok ilham vermiş, çok da esprili bir eserdir. Serinin üçüncü kitabı Bildiğimiz Dünyanın Sonu'nda okurken kahkahalar attığım bir bölüm var (Yapı Kredi Yayınları, Sayfa 62), onu paylaşmak istiyorum:

Bunların altında iki raf da çocuk kitabı vardı; çocuklar hakkında değil de çeşitli yaşlardaki çocuklar için kitaplar. Sabah akşam deliler gibi kitap okudukları dönemi hatırladı; ince, az metinli ve sevimli çizimleri olan yığınla küçük kitap, hepsi de istisnasız artık yatma vakti geldi diye bitiyordu. Gözü yatakta esneyen çocuklar. Nora da, Gregus da bu numarayı hep yiyorlardı diye hatırladı Doppler. Kitaptaki karakterler yatacağı için onların da yatması doğaldı. Çok zekice düşünülmüş bir sistemdi bu. Bazı akıllı çocuk kitabı yazarları çok önceleri bu konu üzerine kafa patlatmış ve bir ekol oluşturmuşlardı. Birileri çıkıp artık yatma vakti geldi diye bitmeyen küçük çocuk kitapları yazmaya kalkışsa, yayınevleri onları muhtemelen gözünün yaşına bakmadan reddeder. Standart bir ret mektubu alırlar garanti: "Kitabınızın ana karakterinin hikâyenin sonuna doğru yatıp uyuduğunu göremediğimizden, kitabın basımını profilimize uygun bulmuyoruz."

elk-at-sunset

Bu satırları her okuduğumda gülerim, çünkü ben de kendi çocuğumun yatağının başucunda masal anlatırken, istisnasız ve alakalı alakasız tüm masallar karakterlerin uyuması ile biter. Jack ve Fasülye Sırığı'nın sonunda devi yenen Jack rahatlıkla uykuya dalar. Yoldan sapan Kırmızı Başlıklı Kız annesine kavuşunca pijamalarını giyer ve uyur. Kurbağa Prens orijinal halne dönüp prensesle evlendikten sonra tabii ki artık uyumalıdır. Şaşırtıcı derecede etkili olan bu taktik, oğlumu uykuya götüren en hızlı yöntemdir.

Çocuklar genellikle oyun saatleri bitmesin diye uyumak istemez. Peki biz yetişkinler farklı mıyız? Sizi yine Norveç'ten çıkan en büyük yazarlardan olan, 1920 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Knut Hamsun'un başyapıtı Açlık romanına götüreyim. Yine bir yazar olan baş karakteri daha az uyuyarak hayatı daha çok ve yoğun yaşamak ister. Açlık yarı otobiyografik bir romandır ve aslında Hamsun'un kendisi de uykuyu yaratıcılığının ve üretkenliğinin önünde bir engel olarak görür. Bu nedenle uykudan kısma denemeleri yapar. Leonardo da Vinci yine bitmeyen bilme ve öğrenme yolculuğunun düşmanı olarak uykuda geçirdiği saatleri görür ve her dört saatte bir 15 dakika uyuyacak şekilde polifazik bir uyku düzenini yıllarca sürdürür (Seinfeld dizisini seyredenler Kramer'in bu şekilde bir uyku düzeni tutturmaya çalıştığı ve en kibar tabirle zorlandığı bölümü hatırlayacaktır). Derin uykuya çok hızlı geçebildiğini ifade eden Nikola Tesla da yine polifazik uyku düzenini başarıya çeviren saygın isimlerden biri.

seinfeld

Uyku düzeni türleri kabaca üçe ayrılıyor:

Modern tıp gösteriyor ki, yaş grubuna göre süresi değişmekle birlikte sağlıklı bir yaşamın temel dayanaklarından biri yeterli uyku. Özellikle REM uyku evresinin bir parçası olan rüya görmenin edebiyattaki rolüne Murat Gülsoy yaratıcı yazarlıkla ilgili kitabı olan Büyübozumu'nda ziyadesiyle değiniyor ve yazar adaylarına hemen yanı başlarında birer rüya defteri bulundurmalarını, rüyalarını not almalarını salık veriyor. Hamsun uykudan kaçmaya çalışırken, Gülsoy uyuma taraftarı. Hangisi galip gelir dersiniz? Düşler mi gerçekler mi? Doppler'in protagonistlerinden biri sayılabilecek geyik Bongo ve düşlerle ilgili garip bir tesadüf, 2017 Macaristan yapımı bir film olan On Body And Soul'da da gerçek hayatta iletişim kurmakta zorlanan iki baş karakterimiz, her gece aynı rüyada birer geyik olarak buluşurlar. Bütün bunlarla ilgili akla gelen İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'ndaki şu unutulmaz pasajıyla (İletişim Yayınları, Sayfa 237) bitireyim:

puslukitalaratlasi

Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hâlâ çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adam düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.

Sevgiyle kalın.

#deneme