Adaleti Önceleyen 5 Şiddetsiz Direniş Örneği
Amerikalı natüralist yazar Henry David Thoreau en çok, şehir hayatını bırakıp devletten hiçbir şey beklemeden yerleştiği Walden gölü kıyısında yazdığı uzun makale olan Walden ya da Ormanda Yaşam ile tanınır. Ancak bir gece hapiste kaldığında yazdığı Sivil İtaatsizlik isimli meşhur bir makalesi daha vardır. Bireyin vicdanının öne çıkması gerektiğini söyleyen Thoreau, gerçek vatanseverliği yönetime körü körüne itaat değil, şiddet içermeyecek biçimde adaleti savunmak olarak görür. Bu haftanın beşli listesi, adaleti önceleyen bu vaka da dahil olmak üzere böyle şiddetsiz direniş örneklerinden oluşuyor. Adalet duygusu en yüksek duygumuz, kaybolmasına izin vermeyelim. Keyifli okumalar.
Walden gölünün yakınında herkesten uzakta otururken (yaşadığı ufacık kulübenin fotoğrafı aşağıda), 1846'da şans eseri Thoreau'nun evinin yakınına gelen bir vergi memuru, o dönem herhangi bir geliriniz olmasa da yalnızca vatandaş olduğunuz için alınan (kölelerden alınmıyor) kelle vergisi için altı yıllık birikmiş borcu istedi. Thoreau bu vergiyi ödemeyi reddetti, çünkü ödediği verginin Meksika-Amerika Savaşı'na harcandığını düşünüyordu ve savaş karşıtıydı (ABD 1848'te biten savaşın sonunda Meksika'nın çekildiği topraklar olan Kaliforniya, Nevada, Arizona, Utah, New Mexico, Colorado ve Wyoming'i bünyesine kattı. Daha önce Teksas da Meksika'dan bağımsızlığını ilan edip Birleşik Devletler'e katılmıştı. Amerika 1803'te Lousiana'yı Fransa'dan, 1867'de de Alaska'yı Rusya'dan satın aldı. Emperyalizm 101'e hoşgeldiniz). Bu itirazı dolayısıyla hapse atıldıktan sonra, kendisinin haberi olmadan teyzesinin vergileri ödemesiyle çıkarıldı ancak bu esnada diğer büyük makalesi olan Sivil İtaatsizlik'i yazdı.
İngiltere'nin Hindistan üzerindeki tuz tekeline karşı, 1930'da Mahatma Gandhi yanında 78 gönüllüyle beraber, Ahmedabad'dan Umman Denizi kıyısına kadar 387 kilometre yolu yürüyerek gitmiş ve denizden tuz elde ederek yasayı çiğnemiştir. Yolculuk 24 gün sürmüş, binlerce insanı tuz tekelini kırma konusunda cesaretlendirmiş, İngiliz mallarını boykot etme gibi açılımlarla genişlemiş ve nihayetinde Hindistan'ın 1947'de kazandığı bağımsızlığın önünü açmıştır. Gandhi'yi geleneksel beyaz kıyafetlerinin içinde hatırlayıp bir tür keşiş olduğunu düşünenlere not, kendisi esasında avukattır (aşağıda gençlik hali var). Ben Kingsley'in kendisini başarıyla canlandırdığı 1982 tarihli Richard Attenborough filmi Gandhi'yi de öneririm.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yakın, özellikle Çernobil faciası ve Afganistan savaşıyla birlikte ülkede iplerin gerilmesi ve kontrolün kaybedilmesine binaen, Avrupa'nın doğusunda Sovyet sınırları içinde yer alan Estonya, Letonya ve Litvanya'da bağımsızlık ilanı için ortam hazırlıkları başladı. Sovyet rejiminde yasaklanan milli duygular uyandıran bazı halk ezgilerinin 1987-1991 arasında topluca birçok insan tarafından söylenerek sansürün delinmesi sağlandı. Özellikle Estonya'nın 1988 tarihli geleneksel Laulupidu müzik festivalinde binlerce insanın hep bir ağızdan halk şarkıları söylemesi (fotoğrafı aşağıda) kendi kültürüne dönme talebinin kuvvetlice seslendirilmesini sağladı. SSCB dağıldıktan sonra 1991'de bu ülkeler sırayla bağımsızlıklarını ilan ettiler ve diğer devletler tarafından tanındılar.
Geçen yazıda bahsettiğim gibi ABD'de kölelik kaldırıldıktan sonra çıkan Jim Crow yasaları ile ayrımcılık uzun yıllar devam etti. 1955'te, bu yasaların sonucu olarak Alabama'da otobüslerde siyahi vatandaşlar şoför değillerse otobüsün ön kısmında oturamıyor ve otobüs dolu olduğunda beyazlara yer vermek zorunda kalıyordu, otobüsler %75 çoğunlukla siyahiler tarafından kullanıldığı halde. Bir gün Rosa Parks isimli bir sivil direnişçi otobüste öne oturduğu ve yerini vermeyi reddettiği için tutuklandı. Bunun üzerinde olayın yaşandığı Montgomery'de siyahi vatandaşlar otobüs şirketini boykot etmeye başladı. Tam 381 gün otobüse binmediler (yürüyerek veya bisiklete binerek zor şartları göğüslediler, fotoğrafı aşağıda), şirket iflas noktasına geldi ve 1956'da ABD Anayasa Mahkemesi otobüslerdeki bu yasanın ayrımcılık olduğuna karar vererek iptaline karar verdi. ABD federal bir cumhuriyet olduğu için her eyaletin kendi yasalarını yapma hakkı var, ancak anayasal düzenlemelere de uymak zorunda, dolayısıyla bu başarı siyahi hareketi adına büyük bir gelişmeydi ve Parks'ın protestosunu tertipleyen Martin Luther King Jr.'ı hareketin liderliğine taşıdı. Ekonomik boykotların ne kadar etkili olduğuna dair önemli bir örnek.
1961 Anayasası ile işçilere ilk defa grev ve toplu sözleşme hakkı anayasal olarak tanındı, ancak iş kanunu bu şekilde düzenlenmemişti. 1963 yılının Ocak ayında İstanbul'daki Kavel kablo fabrikasında işçilerin yıllık ikramiyelerini tek yönlü bir kararla eksik yatıran ve sendikaya üye işçileri işten çıkaran işvereni protesto etmek için Maden-İş sendikasına bağlı işçilerin liderliğinde fabrika işçileri yasada olmadığı halde iş bıraktılar ve fabrikayı çalıştırmadılar. İşçilere destek amacıyla yakınlardaki başka fabrikalarda da iş bırakmalar başladı. İşçiler fabrika bahçesine çadır kurdular (aşağıda), sendikanın desteği ve ailelerinin dayanışması sayesinde kış aylarını zor şartlarda geçirerek nöbet beklediler. Basın (İlhan Selçuk başta olmak üzere) ve kamuoyunun da baskısıyla anayasada yer alan sendika, toplu sözleşme ve grev hakları sonunda Temmuz 1963'te yasalaştı. Yani işçi hakları kolay kazanılmadı. Örgütlü dayanışma 1967'de DİSK'in kurulmasına da öncülük etti.
Sevgiyle kalın.